Bir bütün olarak ele alındığında,
yorgun, bitkin, bitap.
We were all in at the end of the day: Günün sonunda hepimiz bitap düştük.
bir bankanın vadesi gelmemiş bir döviz kambiyo senedi satın aldığında uyguladığı kur
zamanı gelince, münasip zamanda.
prim gibi yan ödemeleri içeren ücret
temel zaman esaslı ücret planına ek olarak ödenen ikramiye
doğal, normal, tabiî, mutat.
It's all in the day's work: Ne yapalım? bu böyledir.
fiyatların genel olarak yükselmesi
baştan aşağı çamura bulanmak
Verb
tamamıyla altüst durumda olmak
Verb
bir şeyin lehinde olmak
Verb
baştan aşağı çamura bulanmış olmak
Verb
(otomobil) yıl boyunca işletilmek
Verb
melekelerine hâkim olmak
Verb
her şey de mükemmel olmak
Verb
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak
Verb
bir sorunu bütün yönleriyle ele almak
Verb
her türlü mal ticareti yapmak
Verb
baştan başa beyazlar giyinmiş
bütün durumları tek bir formül içinde toplamak
Verb
tüm enerjisini bir şeyde kullanmak
Verb
dört bir taraftan akın etmek
Verb
bütün finansal alanlarda iş görmek
Verb
her türlü mali alanda iş görmek
Verb
değeri durmadan düşmek
Verb
her türlü havada dışarı çıkmak
Verb
her türlü hava da dışarı çıkmak
Verb
tüm servetini hisse senet dilerine yatırmış olmak
Verb
tüm servetini hisse senetlerine yatırmış olmak
Verb
(kural) her halükârda geçerli olmak
Verb
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek
Verb
bütün bunların yanısıra, tüm bunların yanısıra, tüm bunların yanında, bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar
da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
hepsi, hepsi dahil, hep beraber, topu topuna.
They are ten in all: Hepsi on kişidir.
toplam olarak, topu topuna, hepsi.
We were fifteen in all.
(a) vicdanen.
I couldn't do such a vicked thing in all conscience: Vicdanen böyle bir kötülüğü
yapamam/Onu yapmaya vicdanım müsaade etmez. (b) doğrusu, şüphesiz, kesinlikle, mutlaka, hiç kuşkusuz.
doğrusu, hakçası, dürüstlükle, tam tarafsız/dürüst/âdilâne davranışla.
in all fairness to him:
ona karşı haksızlık etmemek için.
büyük bir ihtimalle, pek muhtemeldir ki, ağlebi ihtimal.
In all likelihood (= very probably) we shall be away for a week.
kemali tevazu ile, övünmek gibi olmasın (ama).
I can say, in all modesty, that there's no more successful man in the whole town than me.
pek muhtemel olarak, her halükârda.
mantıkî olarak, makul düşünülürse.
...'in her aşamasında
Adverb
...'in tüm aşamalarında
Adverb
bütün kural ve nizamlara karşı gelme
taleplerin tamamıyla ödenmesi
Hesapta bu da var (Bir işin hem iyi hem kötü tarafına razı olmalı).
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek
Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek
Verb
her şeyde mükemmel olmak
Verb
bütün bilgisini sergilemek
Verb
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
bütün yazışmalarda kaydedilecek referans
bir buluşla ilgili bütün hakları saklı tutmak
Verb
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya koymak
Verb
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak
Verb
dört bir yöne saçılmak
Verb
otobüste bütün yol boyunca ayakta gitmek
Verb
her tehlikeye göğüs germek
Verb